Ercan Kesal: Urladam’da bir hikaye yazıyoruz, bakalım ne olacak?
Kültür ve sanat etkinliklerini, büyük şehirlerin tekelinden kurtaracak projelere ve mekânlara ihtiyacımız var. Herkes için ulaşılabilir, bu alanda ürettiklerini göstermek için fırsat arayan sanatçılara yer açan, ilham verici, coşkulu, çoğalan mekanlara… Sanatçı Ercan Kesal ve Nazan Kesal tarafından Urla’da kurulan Urladam, bu pencereden bakan sanatçıları ve sanat severleri heyecanlandırıyor. Geçtiğimiz yıl hizmete giren kültür sanat merkezi, işlevselliği ve ev sahipliği yaptığı etkinliklerle kısa sürede adını tüm Türkiye’de duyurdu.
Çok amaçlı salonları, workshop alanları, açık hava tiyatrosu, kütüphanesi, şehir dışından gelen sanatçıları ve sanatseverleri ağırlayan konaklama alanları, küçük sanat molaları için kafesi bulunan mekânda, özgün işler yapmaya hevesli genç bir kadro var.
Ercan Kesal’la Urladam’da buluşup, mekanı ve burayla ilgili projeleri konuştuk. Sanatçı, Urladam’ın kendi hikayesini oluşturacağını ve zamanla bu hikayeyi tamamlayacağını anlattı.
Ercan Kesal, hekim, sanatçı ve yazar olarak pek çok şehirle teması olan bir insan. İstanbul’da yaşıyorsunuz ve geçmişinize baktığımızda sizde iz bırakan pek çok şehir olduğunu görüyoruz. Ancak siz, hayalinizdeki sanat alanını yaratmak için Urla’yı seçtiniz.
Ege Üniversitesi mezunuyum ben. Geriye dönüp baktığımda, on sekiz ile yirmi beş yaşları arası, insan ömrünün en parlak, en coşkulu ve hiç ölmeyecekmiş gibi mükemmel olan bir dönem. Bu bana İzmir’de denk gelmiş. Mezun olduktan sonra Ankara’da çalıştım, sonra da İstanbul var. En çok orada yaşadım. Ama ‘nedir sizin ömrünüzdeki en güzel anlar?’ diye sorarsanız hepsi İzmir’de. O yüzden İzmir çok güçlü bir kent hafızamda ve yaşamımda. Kafanızda böyle bir yer olunca dönüp dolaşıp gideceğiniz yer orası oluyor. Avanosluyum ben. Orası yaşamak için pek çok insanın tercih ettiği yer, baba ocağım ama dönüp dolaşıp İzmir’e geldim. Acaba bu bir masumiyet arayışı mı? O çağa geri dönme isteği mi? Hep bunu yapmak istemez miyiz? Arzuladığımız çok pür, çok romantik ve coşkun bir anı yakalamak, o ana geri dönmek ve masumiyet çağını bir kez daha yaşamak. Bütün arzu budur.
İzmir benim gençliğime, ilk aşkıma, ilk ayrılığıma, ilk şiirlerime, ilk politik eylemlerime, ilk hayal kırıklığıma yataklık etmiş bir yer. Sanat alanımızı İzmir’de de kurabilirdik ama daha sessiz bir yeri tercih ettik. Urla’yı fark ettik. Buranın bir çıkmaz sokak olmadığını, bir merkez-dağılım istasyonu olduğunu gördük. Urla’nın rüzgarı güzel, yemesi içmesi güzel. Urladam, benim kendi şahsi tarihimde, bu dünyayla kurduğum ilişkilerde benzerlerini yaptığım işlerden birisi. Ben zamanında Okmeydanı’nda da bir hastane kurdum. Bir arkadaşımla bir yayınevi de kurdum. Poliklinikler kurdum. Yurt dışında sinema yapmaya kalkıştım. Kendi hikayelerimden yola çıkıp kitaplar yayınladım. Senaryolar yazdım. Film çektim. Oyunculuk yapıyorum. Her seferinde o alanda benim düşüncelerimin, iddialarımın, heveslerimin açığa çıktığı bir şey yaratmak istiyorum. Özel hastane de kursam bana özgü bir hastane olsun, benzersiz olsun. Bir iddia sahibi olmak. Kendi birikimlerinizi o alanda gösterebilmek için yaptığınız bir yolculuk.
Urladam, Urla’da eksikliğini hissettiğim bir yer. Benim de gelmekten çok hoşlandığım bir yer burası. Bir ticarethane değil. Bir meşguliyet alanı, bir iş yeri gibi bakmıyorum ki buraya. Siz ne hissediyorsanız burada, ben de aynı şeyi hissediyorum. Gidip bir şeyler yesem, bir konser izlesem dediğim bir yer oldu. Ama bu sadece öznel bir heves ya da insanın kendi kafasındaki şımarıklık değil.
Bu yolculuk pek de kolay olmadı sanırım.
Çok zahmetli olur her defasında böyle yerler. İçinde insanların olduğu bir kozmos çünkü. Birçok Ege kasabasında hep bir imar, ruhsat sorunu vardır. Göç aldıkça artan arsa, tarla fiyatları… Tatsız bir ilişki var yerleşik olanla. Bu tuzağa düşmemek lazım. Bir yandan da onlardan ayrı, izole, onlara yabancı bir yer de yapmamanız lazım. Yaptığınız yer sokağın dertleriyle çok eşit de yürümüyor. O mahallelinin derdi, pazardaki esnafın öncelikli derdi sizin Urladam’da ya da bir kültür sanat merkezindeki önceliklerinizden farklı olabiliyor. Bu anlaşılabilir bir şey. Sonuçta pahalı bir iş yapıyorsunuz. Ve bunu nasıl kitleselleştirebiliriz, tırnak içinde nasıl popülerleştirebiliriz, ayağa düşürmeden ama basitleştirerek ve herkesin ulaşabildiği bir biçime de sokarak. Benim Urladam’da temel derdim bu oldu.
Mekanın restorasyonu, buradaki metruk binaların restorasyonu iki yıl kadar sürdü. Başlangıçta sadece bir tiyatro niyeti vardı. Eşimin tiyatrocu olmasının getirdiği bir talepti. Sonra iş büyüdü. Buradaki alan buna cevap verdi. Şehrin hem kenarında hem içinde olması da işimize geldi. Bir mimar arkadaşla çalıştık. Sonra bir çekirdek kadro oluşturduk. İşleyiş anlamında eksiklerimizi hızla tamamlıyoruz.
‘İNSANLAR NEDEN FİLM ÇEKİYOR, KİTAP YAZIYOSA BU YÜZDEN URLADAM’
Ben, doğduğum şehirdeki damları hatırlıyorum ‘dam’ deyince. Ocağın olduğu, yemeklerin, ekmeğin piştiği, erzağın saklandığı damlar… Urladam’da nasıl bir aş pişecek?
Burada temel derdimiz, biz benzerinden farklı nasıl işler yaparız? Ne tür etkinlikler yaparız? Bu bizi de heyecanlandırmalı. Bir şeyi tekrarlamak olmamalı. Çok bilinen etkinlikler değil de heyecanlandıran etkinlikler. İstanbul’daki bir bireyi de İzmirliyi de heyecanlandırmalı. Sadece ulusal olanla da kalmamalı. Yaptığımız iş evrensel bir iş çünkü. İyi küratörlere, iyi eleştirmenlere ihtiyacımız var. Bir entelektüel vasatı tutturmak zorundayız. Bir akla ihtiyacımız var. Bu aklın, hafızanın oluştuğu, biriktiği yer ne yazık ki İstanbul hala. Ama oradan buraya transfer etmeliyiz.
Adımıza ilham veren şey, buranın damlar mevki olmasıydı. Hayvan damları vardı bu alanda. Dam bir çatı aynı zamanda. Bir kubbeyi, çatıyı, altına sığınılan bir yeri de tarif ediyor. İçinde yaşadığımız çağ, çok hızlı değişen, dönüşen, insanı yalnızlaştıran bir çağ. Bir yandan da her şeyden çok hızlı haberdar oluyoruz. Bir taraftan da çok yalnızsınız. Bu galiba, yabancılaşmanın, post modern çağın bizi getirdiği yer. Nereye gideceğimize, bizi neyin beklediğine dair de bir keder var. Bir çaresizlik içindeyiz. Ben bunu yaşıyorum. Ama burada kontrol edebildiğimiz bir şey var. Biz burada, kendi küçük adamızda çok ilham verici, ses getiren şeyler yapabiliriz. Bu iyi geliyor bana. İnsan neden film çekiyorsa, neden kitap yazıyorsa bu yüzden Urladam. Burada da bir hikaye yazıyoruz aslında. Bakalım ne olacak?
Bazen hikayenizin sonunu bilmezsiniz. Kafanızda bir final vardır ama bu kurguda değişebilir, başka türlü biter. Urladam’daki hikayeye de böyle bakıyorum ben. Bu yüzden merak ediyorum, kimlerle buluşur ve nereye gider? Hepimiz ölümlüyüz. Burada kalacak değiliz ama buranın kendine ait bir hafızası oluşacaktır. Birçok müzisyen belki ilk defa burada sahneye çıkacaktır. Bazıları bir filmi ilk kez burada görecektir. Bazı çocuklar buranın atölyelerinde büyüyecektir. Önlerindeki hayatlarında işe yarayacak şeyler olacak bunlar.
Urladam’ın aynı zamanda bir okul olduğunu söyleyebiliriz o zaman.
Evet. Burayı bir okul gibi de düşünüyorum. Bildiğimiz müfredatlara dayanan bir yer değil de öğrenmenin sonunun olmadığı, yaşının olmadığı, hoca-öğrenci ilişkisinin başka türlü tezahür ettiği bir yer olsun. Ben de onun bir parçası olayım. Benim oğlum da buradaki işlerin bir alıcısı olsun. Birileri gelsin buradaki işleri bizden alsın. Şu anda yapmaya çalıştığımız şey, fiziksel ilişkileri sağlıklı bir şekle getirip iskeleti sağlam tutmak. Çünkü bazen birileri, birilerinin önüne geçer, ayağına basar. Dükkanı kapatırsınız ve laf söyleyecek yeriniz kalmaz. Kafanızda ne kadar iyi şeyler olsa da onların bu dünyaya galip gelmesi lazım. Burada ne varsa altyapısal anlamda hak ettiği biçimde davranmak lazım. Bir yandan da sanat anlayışınızdan, dünyayla kurduğunuz ilişkiden vazgeçmeyeceksiniz. Popüler şeylere esir olmayacaksınız. İyi bir yerden yürümeye başladı Urladam.
Geçen yıl mart ayında yola çıktık. Hala altyapı ile ilgili ufak tefek sorunlarımız var. Yine de iyi bir yere geldik. Tiyatro gösterimleri yaptık, konserler yaptık. İzmir ve Urla Belediyeleriyle iş birliğimiz oldu. Başka Sinema ile iş birliği yaparak, bir hafta süren sinema günleri düzenledik. Devam eden rutin film gösterilerimiz var. Çok amaçlı salonlarımız ve açık hava tiyatromuz var. Konaklamaya da sahibiz. Yeme içme alanımız var.
Eğitimci-yazar Sabit Kemal Bayıldıran’ın adını taşıyan bir de kütüphaneniz var.
Burası Sabit Kemal Bayıldıran hocamızın kitaplarıyla oluşturuldu. Küçük bir okuma odamız da var. Şimdilik kitapların burada okunmasını istiyoruz. Daha sonra ödünç verme işine de girebiliriz. İnatla itiraz etmenin, hala kitap var, kütüphane var, bunlar kıymetli şeyler demenin yolunu arıyor dünya. Benim evimde en rahat ettiğim yer kütüphanedir. Kütüphanenin bir köşesinde bir divanım var. Orada uyurum. Orası bana çok emin bir yer gelir. Kitapla birlikte uyuyakalmak, uyanıp tekrar kitaba bakmak. Belki de o kitapların içindeki bilgiler bana huzur veriyor. Orada duran hafıza çok kalıcı. İnternet gibi değil. İnternette, yalan yanlış pek çok şey var. Ama basılı eserdeki yazı öyle değil. Dikkatli okur adamın canına okur. Kitap, dergi bu yüzden çok kıymetli.
‘İSTANBUL’DA HİÇ YAŞLANMAYACAK VE ÖLMEYECEK GİBİ YAŞADIK’
Urladam, Ercan Kesal ve Nazan Kesal için bir dinlenme ve İstanbul’un yoğunluğundan uzaklaşıp demlenme alanı mı aynı zamanda?
Tam olarak öyle. İnsan yaşlanıyor ve yoruluyor. İstanbul otuz yılı aşkın bir süre bizi çok yordu. Hiç yaşlanmayacak ve ölmeyecek gibi yaşadık orda. Bir ayağımız yine İstanbul’da ama burası yavaşlamayı emrediyor biraz. Bu da iyi geliyor bize. Coğrafya güzel, trafik dert değil, yemesi içmesi güzel. Mayıs ayında İstanbul’daki rutin işlerimizi bitirip buraya gelme, buradaki işlere yoğunlaşma gibi bir planımız var.
‘URLA HEM ENGİNARDA HEM SİNEMADA İDDİALI OLABİLİR’
Mekanın kendi hikayesini yazacağını söylediniz. Bu hikayenin içinde, sanatseverlere ne vadediyor Urladam?
Şundan rahatsızım, bu entelektüel dünyada kültür sanat işleri tırnak içinde seçkin işler. Ne yazık ki, alıcısı çok yok biraz da pahalı işler. ‘Her şey bitti de buna mı sıra geldi?’ gibi bakılan işler. Bunu aşmakla ilgili kafamda bir yoğunluk var. Nasıl yaparız, nereden yakalarız insanları, buluşmayı nasıl gerçekleştiririz bunu düşünüyorum. Ama popülerleştirmeden, sıradanlaştırmadan. Geçmişe baktığımda ümit etmemi sağlayan birçok anım var. Avanos gibi küçük bir kasabada siyah beyaz televizyonlar, 1970’li yıllar. Bizim evimizde televizyon yoktu. Yan komşumuzun televizyonu vardı. TRT, BBC’nin siyah beyaz kayda alınmış tiyatro eserlerini gösterirdi. Komşuya gider bunları izlerdim. Kral Lear’ı, Macbeth’i ilk kez TRT televizyonunda izledim. Bu mümkün. Burada, çıtayı aşağı çekmeden entelektüel dünyaya ait iddialı şeyler yapmaktan imtina etmemeliyiz. Bunun yolu var. Bu yolu bulmalıyız. Dışarıdaki dünyada insanların temel derdi geçinmek evet ama hala buluşulacak yerler var.
Bu kasabayı da başka iddialı alanlarıyla da birlikte düşünerek kompakt işler yapmalıyız. Bu örneği başka bir mecrada da diye getirmiştim; San Sebastian Uluslararası Film Festivali A grubu bir festivaldir ama Moskova Film Festivali A grubu bir festival değildir. Daha mütevazi bire yerde durur. San Sebastian, dünyanın gurme merkezidir aynı zamanda. Aslında birbiriyle çok alakasız gibi görünen şeyler birbirini büyütüyor orada. Ben Urla’yı Sen Sebastian’a benzetiyorum. Urla hem enginarda hem sinemada iddialı olabilir. Biz de onun bir parçası olalım. Hiç mütevazi davranmayalım. Urladam’da Türkiye’nin en iyi uluslararası film festivallerinden birine ev sahipliği yapalım. Dünyanın caz festivali merkezlerinden birisi olsun burası. Bizim burayı tercih etme sebeplerimiz, başkaları için de geçerli. Ulaşımı kolay. Zeytini, enginarı, balığı, otu var. Biz de edebiyatla, sinemayla, müzikle, resimle bir şeyler yapalım. Düşünebiliyor musunuz, iki yıl önce hayvan bağlanan metruk binada, 2025’e kadar dolu olan bir sergi programı var. Çok kıymetli bir şey.
Urladam, bir hikaye anlatıyor bize. Bu hikaye de kendisini tamamlayacak. Başkalarıyla buluşursa burası kendi yolculuğunu sürdürür. Yoksa kendi içinde küçülür kalır. Birileri gelir gider, yürür, büyürse paydaşlarımız olur. Onlar da sorumluluk almaya başlar ve aldıkları şeyi büyütürler. Kendi başınıza kalırsanız her şeyi bilemezsiniz. Müzikle, sinemayla, resimle, gastronomiyle ilgili, işinin ehli, genç, estetik duruşundan taviz vermeyen, popülerlik tuzağına düşmeyen bir alan burası. Herkesi bekleriz.
Urladam, Mart 2024 programı:
Taner Öner “Gördüm/Dokundum” Fotoğraf Sergisi Mart Boyunca
17 Mart “Dönüş” belgeseli gösterimi ve yönetmen ile söyleşi
20 Mart AkaDAMia Konuğu Yazar Gülşah Elikbank ile “Yeni Çağda Aklı Başında Kalmak” başlıklı söyleşi ve imza günü
22 Mart “Insolite Harmonie” Trio konser
23 Mart Vegan mum atölyesi
23 Mart “Evolution” belgeseli ve yönetmen ile söyleşi
24 Mart Çocuklar için serbest çalışma seramik atölyesi (7+ yaş)
18 ve 25 Mart “Sanatın Yolculuğu” Marlow ve Ece Gauer anlatımıyla
27 Mart “Gong” Teatral dans performans
27 Mart Campus Avantgarde, Nebil Özgentürk’le beraber ustaları konuşacak. Yıldız Kenter ve Ferhan Şensoy’un belgeselleri izlenecek.
İletişim: 0232 434 05 55